Nuri İyem, 1915 yılında İstanbul’da Hüsnü Bey ve Melek Hanım’ın son çocuğu olarak hayata gözlerini açmıştır. Henüz 3 yaşında iken (1918 yılı) ailesi ile birlikte babasının görevi gereği bulunduğu Mardin’e gitmiştir.
Nuri İyem, Türk resim sanatına en önemli eserleri üreten değerli sanatçılarımızdan biridir.
Nuri İyem Hayatı
Resme küçük yaşlarda başlayan Nuri İyem, o yaşlarda duvarlara kömür ile çizimler yaparak resme başlamıştır. Kendisine aşırı düşkün ve çok yakından ilgilenen ablasını 1922 yılında kaybetti.
1937 yılında Güzel Sanatlar Akademisini birincilikle bitirme mutluluğu fazla sürmeden babası Hüsnü İyem’i kaybeder. Aynı yıl hemen askere gitme kararı alır. 1938’de askerlik görevini tamamlamıştır.
Öğrenimini tamamladığı okula 1940 yılında Yüksek Resim Bölümüne devam etmek üzere tekrar geri döndü. Nazmi Ziya, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Leopold Levy atölyelerinde çalışma fırsatını yakalamıştır.
1941 yılında Agop Arad, Turgut Atalay, Avni Arbaş, Kemal Sönmezler, Fethi Karakaş ve Mümtaz Yener ve birkaç arkadaşıyla toplumcu-gerçekçi sanat anlayışını paylaştığı Yeniler Grubu’nun kurucusu oldu. ‘’Liman Resim Sergisi’’ ismiyle 1941 yılında Beyoğlu Matbuat Umum Müdürlüğü binasında açtı.
Nuri İyem bir süre resim ve heykel müzesi’nde Halil Dikmen’ in yardımcılığı görevini üstlenmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir yazısında “Nuri adıyla tanıdığımız yaratılış mucizesi” şeklinde değinmiştir.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde (şuan ki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Nazmi Ziya, İbrahim Çallı ve Hikmet Onat atölyelerinde çalıştı. Ayrıca teorik derslerini de Ahmet Hamdi Tanpınar’dan alma şansını elde etmiştir.
Doğu-Batı analizine kafa yormuş aydın bir insan olan Ahmet Hamdi Tanpınar’dan teorik ders almak Nuri İyem’e çok fazla tecrübe katmıştır.
1944 yılında Güzel Sanatlar Akademisinin düzenlediği yarışamaya Nalbant adlı çalışması ile katılıp, bu yarışmayı birincilik ile tamamlamıştır. Nalbant eseriyle UNESCO’nun Paris’te Modern Sanatlar Müzesinde açılan uluslararası büyük sergide yar almayı başarmıştır.
Aynı yıl içerisinde kendisi gibi Türk seramik sanatçısı, heykeltıraş ve ressam. Olan Nasip Özçapan’la evlendi.
Sanatçının bugün tanınmasını ‘yüz’ resimlerine ise 1960 yılı itibariyle yoğunlaşır.
Soyut anlayışta eserler üreten sanatçı 1960’larda figüratif resme geri dönerek, Anadolu insanını, onların yaşamını, iç dünyasını, gecekondu ve köyden kente göç edenlerin yaşamını anlatmıştır.
Anadolulu kadın portreleriyle tanınmayı başarmıştır.
Sergi çalışmalarını büyük bir azimle devam ettiren sanatçı sanatını daima geliştirip ileriye taşımıştır.